Türkiye’nin mavi ve yeşil yüzü Karadeniz kıyısı, inanılmaz doğası, tarihi yerleri, güzel gölleri, dağları, ahşap evleri ve yaylaları ile serinletici bir iklime aynı zamanda nadir güzellikte bir sahile sahip olan sonsuz huzurlu bir yer. Turistler tarafından pek bilinmese de muhteşem bir bölge! Cennetin bir adı olsaydı eğer -bu seyahatten sonra bir kez daha ikna oldum- hiç şüphesiz bu isim Türkiye olurdu.
1. Gün: Trabzon | Atatürk Köşkü |Ayasofya | Akçaabat | Sümela Manastırı
Atatürk Köşkü
1923’te ilk Trabzon ziyaretinde Ulu Önder Atatürk’ün etkilendiği bu köşk, 1890’de inşa edilmiş. Daha sonra Trabzon halkı tarafından satın alınıp kendilerine hediye edilmiş. Bu müze, Türk halkının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna duyduğu sevginin güzel ifadelerinden biridir. Mustafa Kemal, vasiyetinin bir bölümünü de burada yazmıştır. Üçüncü ziyaretinde “İnsanın serveti, kendi manevi kişiliğinde olmalıdır. Ben büyük milletime daha neler vermek istiyorum.” demiştir.
Ayasofya
Ayasofya Müzesi Manuel Komenos döneminde inşa edilmiştir, (1238 – 1263). Kilise olarak yaptırılan bina Sultan II. Mehmet tarafından 1453’te camiye dönüştürülmüştür. Birinci Dünya Savaşı sırasında hastane olarak kullanılmış ve daha sonra tekrar cami ve 1964’te müze haline getirilmiştir.
Sümela Manastırı
Altındere sınırları içinde 1200 metre yükseklikte bulunan ve Meryem Ana’ya adanmış Sümela Manastırı, yapıyı çevreleyen güzel bitki örtüsü ile beni şaşırttı. Mimarisini ve tarihini keşfettiğinizde manastıra duyduğunuz hayranlık büyüsü devam ediyor. Ancak Manastır ziyareti hak edilen bir şey; ona ulaşmadan ve Meryem Ana’nın izlerini keşfetmeden önce dar ve uzun basamakları tırmanmalısınız. Manastırın zamana yenilmemiş yapısı ve özellikle de kurulduğu muhteşem ortamı keşfettiğinizde bu tırmanışı unutacaksınız.
2. Gün : Uzungöl | Karaster ve Lustra Yaylaları | Çay Fabrikası | Rize Bezleri | Ayder
Trabzon’un, yani bölgenin en büyük şehrinin, kalbinde, muhteşem dağlar ve ormanlar arasında, olağanüstü bir mücevher saklı: Uzungöl. Güne Uzungöl’ün dinlendirici doğasında başlıyoruz, büyüleyici manzaralarıyla kendisine gösterilen ilgiyi gerçekten hak ediyor. Lustra ve Karaster yaylası ziyaretiyle devam ediyoruz. Güzel ahşap evler ve hayal kurduran bir dünya keşfediyoruz. Bir çay fabrikasında kısa ama hoş bir moladan sonra, Fırtına deresinin 1350 metre yüksekliğinde bulunan Ayder Yaylasının cazibesine kapılıyoruz. Daha sonra, adımlarımız bizi Gelintülü şelalesine götürüyor. Doğada rahatlama ve özümüze dönme vakti. Bu huzurlu anın keyfini sonuna kadar çıkardık. Geçe çöküp, ateş yakıldıktan sonra ise büyü bu sefer geleneksel Karadeniz gecesiyle devam etti – bayıldım!
3. Gün : Batum
Batum’da günü geçirmek üzere sınırı geçiyoruz. Eski Sovyet evleri ve ünlü anıtlardan esinlenmiş ultra modern binalar arasındaki kontrastı izleyerek geçirdiğimiz keyifli bir gündü. Beklenmedik ve görkemli bambu ormanında bir yürüyüşle kapattığımız kısa bir geziydi. Ancak itiraf etmeliyim ki şehir beni cezp etmedi ve diğer taraftaki mucizelere geri dönmek için sabırsızlandım!
4. Gün : Borkça | Karagöl | Çoruh Nehri |Zilkale | Palovit
Rize’yi gezmek, her dönemeçte nehirlerin, dağların nefes kesici manzaralarına hayran kalmak anlamına geliyor. Macera, %95 ormanla kaplı olan ve yeşil alanları birbirini takip ettiği ancak birbirine benzemediği Artvin ziyaretiyle devam ediyor. Karagöl’ü ve tropik ormanlara benzeyen unutulmaz bir ekosistemin büyüleyici güzelliğini keşfediyoruz. Turistlerin yokluğu, bana göre, burayı daha cazip ve huzurlu kılıyor.
Leave a Comment