Post By RelatedRelated Post
Bu bağımlılık örneği de sizi gülümsetiyor olabilir. Hatta koşma tiryakileri, bu düzenli faaliyetlerinin bağımlısı olduğunu söyleyerek bu konuda kendileriyle ilk dalga geçen kişilerdir aslında. Ama her şakanın altında bir gerçeklik payı olduğu söylenmez mi? Ve buradaki paradoks da şu; koşunun, aslında fiziksel kondisyonumuzu geliştirmesi ve bize, bedensel ve zihinsel sağlık aşılaması gerekir. Yine burada sınırın bulunduğu yer, aşırı tekrarlanan uygulamadır. Söylediklerimizi desteklemek için bilimsel bir çalışmadan daha iyi bir şey yok! Söz konusu araştırma, 2003 yılında Doktor Pierce tarafından yapıldı. Koşuya odaklıydı ancak efor bağımlılık riskleri, diğer dayanıklılık gerektiren sporlarda da aynıymış, örneğin yüzme ve bisiklet sporlarında olduğu gibi.
Daha spesifik olmak gerekirse Doktor Pierce’in çalışmasına 137 koşucu katılmış. Gözde mesafeleri ise 5000 metre, maraton (42,195 km) ve ultra maraton (80 km). Çalışmanın bize öğrettiği ilk şey ki bu son derece önemli; koşulan mesafe ne kadar uzun olursa bağımlılık da o kadar ciddi bir boyut kazanıyor. Peki, koşuya bağımlılıktan ne anlamamız gerekiyor? Onu anlamak için mazoşist mi olmalı? Aslında gerçekte şart değil çünkü yoğun spor eforu esnasında beynin endorfin salgıladığı kanıtlanmıştır ki halen daha endorfin sporun mutluluk hormonu olarak bilinir. Burada sorun, beynin endorfine alışkın hale gelebilmesi. Nihayetinde sporcu, kendinden geçme durumunu elde etmek için devamlı dozu artırma gereği hissediyor. Burada kastettiğimiz, koşulan mesafeyi her defasında artırmak. Oldu ya antrenman dozlarını azalttınız… İşte o zaman da yan etkiler devreye giriyor. Peki, ne şekilde? Üzerlerinde araştırma yapılanların en çok yakındıkları şikayetler; anksiyete, aşırı hassasiyet, sinirlilik ve uykusuzluk. Buna bir de koşucunun, alıştığı faaliyetin yokluğunda hissettiği suçluluk duygusu ekleniyor.
Doktor Pierce’ın verdiği bilgiler son derece etkileyici: Bağımlı koşucuların %86’sı, bir antrenmanı kaçırdığında suçluluk hissediyormuş. %72’si ise alıngan veya depresif oluyormuş. Bunlar, 5 kilometre koşanların %43’ünde de görülen duygular. Bu istatistikler, tüm kullanım önlemleriyle hesaba katılmalı ve tabii ki de kestirmelerden kaçınılmalı. Yani her koşucu, parmakla gösterilip bir bağımlı gibi kabul edilmemeli. Sonuçta; anksiyetesini azaltmak için ne olursa olsun devamlı antrenman dozlarını yükselten bağımlı bir koşucu ile makul seviyede koşmaktan zevk alan ve bağımlı olmayan bir koşucu arasında dünyalar kadar fark var.
Leave a Comment