Post By RelatedRelated Post
Yalnızlık canımızı acıttığı zaman…
Herkesin bildiği bir söz vardır; ”insan, sosyal bir hayvandır” diye. Ünlü düşünür Aristoteles’e atfedilen bu deyiş, günümüzde, büyük bir gerçek karşısında kör olmuş durumda. Çünkü, her geçen gün daha fazla insan yalnızlıktan şikayet etmeye ve ondan kaçmaya çalışıyor.
Yalnızlıktan kurtulmaya çalışan insanlar, sürekli etraflarında birilerinin olmasını isterlerken, bir yandan da çeşitli savunma mekanizmaları geliştiriyorlar; aşk hikayelerini çoğaltmak, kendilerini partnerlerine teslim etmek, Tanguy Sendromu’na(ayrı yaşamak için tüm şartlar müsait olmasına rağmen, anne-baba ile aynı evde kalmaya devam etmek) yakalanmak gibi.
Onlar için yalnız kalmak, sanki yavaş öldüren bir zehir ve bu zehirden korunmak için de eldeki tüm imkanlar seferber edilmelidir. Hâl böyle olunca, karşındakine karşı bir bağımlılık durumunun oluşması da kaçınılmaz oluyor. Bazı insanlarda yalnız kalma korkusu öylesine ciddi bir hâl alıyor ki, itaatkâr davranışlar bile söz konusu olabiliyor. İnsan, katlanılmaz olanı kabul etmeye, aile veya arkadaşlarının, kendi aldığı kararlar üzerinde etkili olmalarına izin vermeye hatta partneri tarafından aşağılanmaya göz yummaya bile başlayabiliyor. Bu gibi durumları önleyebilmek için, zaman kaybetmeden harekete geçmek gerekir.
Mutluluk, yalnızken mi yoksa paylaşıldığında mı anlam kazanır?
Bir modern zaman musibeti olan duygusal bağımlılığın, ancak ve ancak medikal tedavi ile ortadan kaldırılabileceği düşünülür. Fakat şu da bir gerçek ki, böyle durumlarda bir zihin sağlığı uzmanına başvurmak, son çare olarak düşünülmelidir.
Yalnızlığa karşı savaşanlar için bu durum, ciddi bir sorundur. Etraflarında az sayıda insan olsa da, onları, yalnızken mutlu olabileceklerine bir türlü inandıramazsınız. Mesut olmak için başkasına ihtiyacı olan birini yalnızlaştırmaktan bahsediyoruz. Bu, bir bitkiyi ışıksız bırakmaya benzer.
Dikkatli baktığımızda, etrafımızda, çevresinden herhangi bir yardım almadan mutlu olabilmiş ve ”yalnız insan” imajı çizmesine rağmen bu tecrübeden pozitif çıkarımlar sağlamayı başarmış insanlar görebiliriz. Bu açıdan baktığımızda yalnızlığı, karanlık bir deneyim olarak tanımlamamız mümkün değildir. Örneğin, kendisini dünyevi yaşamdan uzaklaştırmış ve dünyayı araştırmak için fildişi kulesine kapanmış bir bilim adamının çizdiği depresif tablo ya da inzivaya çekilen ve yalnızlığın hayata küstürdüğü yaşlı bir adamın hikayesi. Bu durumlarda yalnızlık elbette zararlı bir hâl alır. Fakat şu da bir gerçek ki, mutlu olmak ve yalnız olmak, birbirine zıt kavramlar değildir. Yapılması gereken, aktif kalmak ve bizi karakterize eden bu durumu saplantı haline getirmemektir. Mutlu olmak için yalnızlığın gayet sağlıklı bir yaşam tarzı olduğunu düşünenler de var ve hayatlarından da oldukça memnunlar. Bunu unutmamalıyız.
Yalnızlık, donup kalmak değildir…
Hayatımızın bir dönemini yalnız geçirmek, harika deneyimler yaşamamıza yol açabilir. Mesela, ruh ve beden sağlığımızı düşünerek, bir spor dalına ilgi duymak ya da bir sinema seansını deneyimleyip, kendimizi kültürel açıdan geliştirmek. Hatta, dünyanın öbür ucuna tatile gitmek ya da kişisel yenilenmemize katkısı olabilecek faaliyetlerde bulunmak.
Yalnızlık bazen hesaplaşma saatidir ve bu noktada çıkaracağımız sonuçlar, daha güçlü bir geri dönüşe hazırlar bizi. Bu durumdan kârlı çıkın ve potansiyelinizi geliştirmenin, yeni fırsatları kendinize çekmenin en iyi yolu olduğuna inanın. Yalnızlığı fırsata çevirerek, yalnızlaşmanın oluşturabileceği acıyı azaltabileceğinizi ve toplum hayatına hızlı ve güçlü bir dönüş yapabileceğinizi unutmayın.
Leave a Comment