Post By RelatedRelated Post
“Citius, altius, fortius” (Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü)… 1984 yılında Uluslararası Olimpiyat Komitesi kurulduğunda, Fransız pedagog, tarihçi ve sporcu olan Pierre de Courbertin’in söylediği bu meşhur sözler, şu sıralar hiç olmadığı kadar gündemde. Ancak o sözler, asıl anlamlarından saptırılmış durumda. Profesyonel performans her ne kadar asil arayışımız olsa da, bu beklenti, çoğu zaman daha fazlasını istemeye ve aşırıya kaçmaya iter bizi. İşte bu aşırıya kaçışların ilk sıralarında da doping gelir. Yani çağdaş, profesyonel ve amatör sporun gerçek bir baş belası!
Taşkınlıkların nedenleri
Üst düzey her 13 sporcudan 1’inin bir şekilde doping kullandığı söyleniyor. En azından, Dünya Anti-Doping Ajansı Başkanı David Howman’ın tahminleri bu yönde. Daha da önemlisi, en az kontrole tabi tutulan kesim olan genç sporcular, en çok tehdit altında olanlarmış.
Dopingin, tüm sporlar içinde sadece bisiklet sporuna has olduğu da düşünmemeli. Bu, neredeyse tüm spor branşlarını ilgilendiren bir durum. Peki, Marco Pantini gibi profesyonel sporcuların, doğrudan ya da dolaylı olarak dopingden öldüğü bir dünyada, bir sporcuyu hile yapmaya iten neden ne olabilir? Performansı yükseltmek ve para kazanma arzusu olsa gerek. Ya da, dopinge başvurmadan, üst düzey bir sporcu olunamayacağı düşüncesi… İşte bu, tam bir sonsuz kısır döngü.
Paylaşılmış sorumluluklar
Doping ürünleri kullandığı için suçlu olan sporcuya bahane bulmaya çalışmıyorum ama bir sporcunun kariyerinin, sınırlı bir süreyi kapsadığını da kabul etmek gerek. Bir atlet, yaptığı spor üzerinden geçinmek için gençliğinin bir kısmını feda ediyor ve sonra başarı mecburiyetiyle karşı karşıya bırakılıyor. Aşırı medyatik olan ve müthiş paralar kazanan futbolcuların yanı sıra birçok futbolcu da gölgede kalıyor ve spor sayesinde geçimini bile sağlayamıyor. Fransa Bisiklet Turu’nun öne çıkardığı bisikletçinin yanında kaç tane bisikletçinin dereceye bile giremediğini düşünün. Sonuçta sporcu olmak için yıllarını harcayan herkes başarıya ulaşmadığı bir gerçek.
Durum böyleyken, dopingin cazip gelmesi anlaşılabilir bir şeydir ve bu nedenle de sorumluluklar, tüm dinamikler arasında paylaşılmalıdır. İlk sorumlu ise, her ne olursa olsun, dopingi seçen ve seçimine katlanan sporcudur. Ama gerçekten de her zaman seçme hakkı oluyor mu? Ayrıca maruz kaldığı çeşitli baskılar da buna sebep olabilir. Sporcudan devamlı olarak daha fazlasını bekleyen halk da sorumludur. Hatta, bu durumda, medyanın da pek masum olduğunu söyleyemeyiz. Sporcunun olağanüstü bir performans göstermesi, ilk olarak onları kendinden geçirmiyor mu?
Giderek daha da geliştirilmiş doping biçimleri
Peki, doping ile mücadele etmek için tüm imkanlar sağlanıyor mu? Ekonomik çıkarlar öyle bir boyutta ki, buna inanmakta zorluk çekilebilir ki zaten, kontrol araçları son derece pahalı ve doping almanın tüm şekillerini tespit etmek de her zaman mümkün olmuyor.
Uluslararası Tıp Akademisi, doping olarak kullanılan bazı maddelerin, vücutta bulunan bazı doğal maddelerle (EPO, büyüme hormonları) karıştırıldığının altını çiziyor. İşin içinden çıkmak oldukça zor! Ve ayrıca, hilecilerin her zaman kontrol araçları konusunda öncelikleri vardır. Günümüzde elit dopingin, gen dopingine yakın olduğu söylenmekte. Örneğin, kas hücresinin metabolizmasını değiştiren ve sporcunun dayanıklılık kapasitesini artıran, diyabet tedavisinde kullanılan bir molekülden bahsediliyor. Böyle bir rejime tabi tutulan bir sporcu, uzun vadede kim bilir hangi sonuçlarla karşılaşacaktır.
Dopingsiz spor mümkün müdür?
Hangi branşta olursa olsun, bir sporcu, dopinge başvurma gereği duymadan üst düzeye ulaşabilir mi? İşte düşündüren soru bu. İyimser hatta naif görünme riskini göze alarak, Baron Pierre de Courbetin’in ideali doğrultusunda; temiz ve sağlıklı sporun, hatta profesyonel düzeyde bile, halen daha mümkün olabileceğine inanmak istiyorum. Dengeli bir beslenmenin yanında fiziksel ve psikolojik denge ile bir sporcu, kendini aşabilir ve yüksek performans elde edebilir.
Leave a Comment